Photobucket

18 Ocak 2009 Pazar

milena'ya mektuplar


" Artık gözlerine bakınca eskisi gibi avunamıyorum. Güneşe dayanamıyorum artık Milena geri dönmeliyim, geri dönmeliyim. Yolunu kaybetmiş bir hayvan gibi gücümün yettiğince kaçıyorum. Ama onu da gittiğim yere götürebilir miyim diye düşünerek kaçıyorum. O belki gittiğim karanlıkları aydınlığa çevirebilir...
Neler olduğunu sen de benim gibi bir türlü tam anlamıyorsun. Büyük bir coşku ile karşılaşınca delirecek kadar ürperiyorum. Bir şey istiyorum, gürültüden, kalabalıktan uzak karanlığımda kendi başıma kalmak. Bir yerlere gizlenmek istiyorum bu isteğim ardından gitmek istiyorum..
Bendeki bu coşku bir yanardağın patlaması gibi olduğundan elbet dinecek bir gün. Ama bu coşkuyu oluşturan güçleri içimde taşıdığımı bilmek çok korkutuyor beni. Zaten yaşamım korkulara bağlı beni vareden bu korkular onlar yok olursa ben de yok olurum. Benim böyle olduğumu sen de biliyorsun, hatta böyle olmasaydım benimle bu kadar ilgilenir miydin? Patlamalar şu an bitmek üzere aslında mutlu olmam gerekiyor ama bunların her zaman olacağını bilmek korkutuyor beni..
Gözüm açıldı artık Milena, ama “beni bırakma” diyen yakarışmalarımı düşünüp de acı çekmene gerek yok. Bu konuda senin ateşin hala bütün gücü ile aydınlatmakta yüreğimi. O yüzden düşüncelerimde değişen bir şey yok. Ancak bu durumun ne senin için ne benim için kötü bir durum. Çünkü söylenmesi gereken en küçük doğru söz ilk söylendiğinde beni yıkmaya tepetaklak yuvarlamaya yeterlidir..."
kAfkA

Her depresyon eşiğinde Kafka okumayı çeker canım. Aşermek gibi, onun o 'kafkaesk' dünyasında boğulmayı isterim. Bunun bir tür arınma olduğunu düşünüyorum.Çünkü bazı yazarları okumak için onların ruhuna bürünmek gerekir.
Milena'nın anlamı çok büyük çok derin içimde. Ne yazık ki anlamlar kaybolmaya mahkum. Tutabildiklerim -ne kadar acı verse de- sözlere dökebildiklerimdir ancak...





14 Ocak 2009 Çarşamba

yeni bir hayat isterken birileri...

Sen eskiden de böyle miydin? Böyle içine kapanık, insanlardan uzak… İki çift lafı bir araya getirmeye takatin olur muydu arada bir de olsa? Ne zaman sustun? Ne zaman karar verdin vazgeçmeye, boyun eğmeye?

Bir akşamüstüydü, hatırlıyorum. Akşamüstleri henüz ızdırap vermiyordu sana böyle. Benle bağlarını kopardığın zamanlardı. İkinci kez karşılaşacağımız fikri arada bir seni yokluyordu biliyorum ama huzursuzluk belirtilerini buna bağlamamaya çalışıyordun. Ne kadar da çocuktun öyle zamanlarda! Kendini benim gözümle bir görebilseydin, bunu beceremeyeceğini biliyordum, o zaman aklını başına alır ve o anın tadını çıkarırdın. Ama sen ne yaptın? Olur olmaz her şeye boyun büktün, burun kıvırdın. Tek başına küçücük odalara saklandın. Etrafındaki insanlara “beni rahat bırakın” diye öyle çok seslendin ki içinden, onlar da en sonunda vazgeçtiler senden. Yalnız kaldın. Oysa istediğin bu değildi öyle mi?

Şimdi durmuş geçmişin hesabıyla boğuşuyorsun. Nerede yanlış yaptığını anlamaya çalışıyorsun. Tanrı’yla kavgalar ediyor ve en sonunda yine ona sığınmakta buluyorsun çareyi. Arkadaşların akıl sağlığından şüpheye düşüyorlar zaman zaman. Eskilere sövüp dururken birdenbire olur olmaz şakalarla gülmekten yerlere yatıyorsun. Böyle anlarda oyunculuğunla gurur duyuyorsun biliyorum. Ah, ne kadar iyi tanıyorum oysa seni. Bazen sana gitmek ister misin diye soruyorum. Duruyorsun önce. Bakışların donuklaşıyor, mahzunlaşıyorsun. Sağ elinin yüzük parmağındaki yara inceden sızlıyor. Gözlerini gözlerime dikip yeni bir solukla tam cevap verecekken. “Olmaz” diyorsun. “Bu kadar kolay olmamalı.” Ümitsizliğin içinde böyle debelenip dururken neden hala bir şeyler bekliyorsun?

Eskiden böyle kararsız değildin oysa. Ne istediğini o kadar iyi biliyordun ki bu uğurda yapamayacağın, harcayamayacağın hiçbir şey olmazdı, olamazdı. Şimdiyse karar senin için dipsiz bir kuyu gibi. Almaya çalıştıkça kendinden neler veriyorsun.

Çocuklarını seviyorsun. Şu sıralar yüzünü gerçekten gülümseten bir tek onlar var. Seni dinlerken takındıkları o hayran tavırlar, bazense susmak bilmeyen sözlerinden boğulmaları… Bu mesleği seviyorum diyorsun ancak her gün eve dönerken ben bunu mu istiyordum soruları aklını kurcalıyor biteviye. Onlara bile bağlanmak istemiyorsun öyle mi? Her gün aynı kısır döngü… Mutluluk-mutsuzluk arası sıkışmışlık hissi. Her şey ne kadar da durağan… Oysa sana tekrar sorsam gidelim mi diye ilk söyleyeceğin “Nereye?” olmalı, sonra dinle, beni, içindeki sesi, öteki seni. Hayatında bir kez beni dinle önce, dur hemen reddetme! Bilmediğin bir yer var ve emin ol ben de bilmiyorum. Birlikte keşfetmek. Ben ve ben. Birbirimizin ardından oyunlar çevirmeden.

Yine mi olmaz… Yeni bir hayat için biraz kan kaybetmedik mi ikimizde?

yazı yazmak neden gerekli?


Sesleri sözcüklere dönüştüren iç sesimizi dışa vurmak kadar zor olan ne var ki? bir de bu içsel sessizliğimizi hiç bilinmeyen, tanınmayan suretlerle paylaşmaya karar veriyoruz. Bu, bir delinin güncesi... Sesler, sözcüklere dönüşsün bakalım!